Dinleyin!..
Dinleyin!
Bu yıldızları böyle
her gece
niçin yakarlar ?
Herhalde birisine gerekli diye?
Herhalde yanmalarını isteyen birisi var?
Ve herhalde birisi
bu balgam parçalarını
inci diye sayıklar?
Ve zorlayıp
bir öğle vakti kalkan toz borasını
Tanrı katına varır
geç kalmak korkusu yüreğinde
yalvarır
öper Tanrı' nın elini merhamet dilenerek
ağlar -
anlatır kendisine niçin bir yıldız
gerektiğini -
bu azaba yıldızsız katlanamayacağını
Ve sonra o birisi
gezdirir boğuntusunu diyar diyar
sakin gözükmeğe çalışarak:
"Şimdi daha iyisin değil mi?"
diye sorar
yoluna ilk çıkana
"Korkmuyorsun artık
değil mi?"
Dinleyin!
Yaktıklarına göre bu yıldızları
böyle
her gece
Birisinin işine yaramaları şart
öyle değil mi
ve şart olsa gerek
gene her gece
hiç olmazsa bir yıldızın yanıp sönmesi..
Çeviren : Attilâ Tokatlı
Keder
Rüzgâr, umutsuz, boşuna
dövünüp durdu insafsızca.
Karartarak damlayan kanı
ürpertip damların omurgasını.
Ve bir yalnızlık düşkünü yine
doğdu dulkalmış ay gecede.
Çeviren: Erdal Alova
Lili (Mektup yerine)
Tütün dumanı kemiriyor havayı.
Oda
Kruçyonıh'ın Cehennem' inden bir bölüm gibi.
Anımsıyor musun
İlk kez
ardında bu pencerenin
tutkudan çıldırmışçasına
okşamıştım ellerini.
Şimdi
oturuyorsun aynı yerde,
yüreğin
demirden bir kılıf içinde.
Ve yarın
paralayan sözlerle
kovacaksın belki beni
Ve loş antrede
uzun süre
titreyişlerle sarsılan bir kol
bulamayacak
ceketteki yerini.
Çıkacağım, ezilmiş.
Fırlatacağım vücudumu sokağa.
Yabanıl
çılgın
umutsuzlukla paramparça.
Hayır
gerek yok buna,
sevgilim,
biriciğim,
gel
vedalaşalım şimdiden.
Ağır bir gülle gibi
aşkım
nereye kaçarsan kaç
asılıdır sana
nasıl olsa.
Bırak
son bir haykırışla uluyayım
horlanmışlığın acı yankısını.
Çalışmaktan
anası ağladığında öküzün
gider
salar kendini soğuk sulara.
Aşkından başka
deniz yok bana,
ve gözyaşları da
bir erinç
koparamıyor ondan.
Yorgun fil
sessizliği aradığında
yatar
kızgın kumlara saltanatla.
Aşkından başka
güneş yok bana.
Ve bilmiyorum bile
neredesin şimdi ve kiminle.
Eğer
bir başka şair olsaydı
böylesine üzdüğün,
onarırdı acısını
parayla ve ünle.
Fakat
sevinç vermiyor bana hiçbir çınıltı
senin sevgili adının
çınıltısından başka.
Atmayacağım
bir boşluğa kendimi,
zehir içmeyeceğim.
Ve dayayıp
şakağıma namluyu
çekmeyeceğim tetiği.
Ağzı hiçbir bıçağın
bakışların kadar senin
kesemez beni.
Yarın unutacaksın
seni taçlandırdığımı,
ve yakıp tükettiğimi
çiçeklenmiş bir ruhu
aşkla.
Ve uçarı günlerin fırtınalı karnavalı
dağıtacak
sayfalarını kitaplarımın.
Sözlerimin kurumuş yaprakları mı
durduracak seni
çırpınan soluğuyla.
Bırak hiç değilse
son bir sevgi dalgası sereyim
beni bırakıp giden adımlarının altına.
Çeviren : Ataol Behramoğlu
Şair İşçidir
Bağırırlar şaire:
"Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne?
Boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki..."
Doğrusu
bizler için de
en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi
bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer
bacam yoksa
İşim daha zor demektir bu.
Bilirim
hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
Fakat
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de.
Ve hiç kuşkusuz
saygıdeğer bir iştir balık avlamak
çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına
balıkla doluysa hele.
Fakat
daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
Ve doğrusu
işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
Fakat kim
aylak olduğumuzu söyleyerek
sitem edebilir bize;
Beyinleri perdahlıyorsak eğer
dilimizin eğesiyle...
Kim daha üstün, şair mi?
yoksa insanlara
Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
İkisi de.
Yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek
Haydi!
laf fırtınalarından
ayıralım kendimizi
bir dalgakıranla.
İş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzıkalabalık söylevci takımı
değirmene yollansın dosdoğru!
Unculuğa!
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!
Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU

Pantolonlu Bulut
Sizin,
kirden muşambalaşmış sedirde bir uşak gibi semiren
pelte beyniniz üstünde dalmış düşlere düşüncenizi,
taciz edeceğim yüreğimin kanlı limeleriyle;
doyuncaya dek gülünçleyeceğim sizi küstah ve yakıcı.
Ruhumda benim yok tek ağarmış tel,
ve ihtiyarca bir sevecenlik yok ruhumda!
Dünyayı sarsa sarsa sesimin kudretiyle,
yürüyorum - yakışıklı
yirmi iki yaşımda.
Kibarlar!
Siz aşkı kemanlara yatırırsınız.
Bir kaba yatırır aşkı timballere
Ama kendinizi, benim gibi tersyüz edemezsiniz,
tüm dudaklardan ibaret kalıncaya dek!
Gelin ders alın
çıkın konuk salonundan
patiskadan memur karısı melekler topluluğundan.
Dingince çeviren dudakların sayfalarını,
yemek kitabını devreden bir aşçı kadın gibi.
İster misiniz
besiden kudurmuş olacağım
-ve, gökyüzü gibi yeni bir renge bürünüp- -
ister misiniz-
kusursuz kibar olacağım,
erkek değil - pantolonlu bir bulut!
İnanmıyorum Nice diye bir kentin varlığına çiçekler içre!
Benimle yine övünmeye başlar öz övgüleri gibi
sayrılarevi gibi bayatlamış erkekler,
ve kadınlar, hırpalanmış
atasözleri gibi.
Çeviren: Azer Yaran

Karıma Dair Birkaç Söz
Meçhul denizlerin engin plajı boyunca
gidiyor ay-
karım benim.
Benim kumral saçlı aşkım.
Yaylı arabasının ardında
çığlıklarla uzanıyor alaca kalabalığı yıldız kümelerinin.
Taçlanıyor otomobil garajıyla,öpüşüyor gazete büfeleriyle,
giysi peşinin samanyoluysa bir maiyet beyzadesi gibi
süslenmiş yıldızlı kıvılcımlarla.
Ya ben?
Taşımaktaydı işte, bu yanmışa, kaşların saka sırığı
kuyuların gözlerinden soğuk kovaları.
Gölsel ipekler içinde sen miydin salını duran,
kalçaların mı kehribar bir keman gibi çınıldayan?
Teşne çatıların diyarlarına
düşürmezsin dallarının ışıltılarını.
Bulvarlar içre batıyorum, kumların yitip kederinde:
bu da işte senin kızındır-
şarkım benim file çoraplarıyla
kafelerin önlerinde.
Çeviren: Azer Yaran