Rusya
İşte o altın yıllarda olduğu gibi
Aşınmış üç eyer kayışı sallanıyor yine
Ve renk renk üç tekerlek dingili
Dalıp çıkıyor eğri büğrü izlere…
Rusya, yoksul Rusya!
Kül rengi köy evlerin senin
Ve rüzgârın taşıyıp getirdiği türküler
Gözyaşları gibidir ilk sevgimin
Acımak elimden gelmez sana
Ben kendi boğuntumu yaşamaktayım şimdi…
Git, istediğin büyücüye
Teslim et haydut güzelliğini!
Varsın büyülesin seni ve aldatsın
Yok olmazsın yitip gitmezsin nasıl olsa
O güzel çizgilerin belki
Dumanlanır biraz, kaygıyla…
Ne çıkar bir kaygı daha eklenmişse
Çağıltılı nehre bir gözyaşı daha damlamış ne çıkar…
Sen o'sun yine, ormanlar, tarlalar…
Ve kaşlarına kadar nakışlı bir boyun atkısı…
Ve katlanılmayacak hiçbir şey yoktur artık
Sezilmez nasıl akıp gittiği uzun yolların
Parlayıverdiğinde, uzakta bir yerde
Atkının altından bir anlık bakışın
Ve usul bir tasayla çınladığında
Boğuk türküsü arabacının…
Durgun yıllarda gelmiş olanlar dünyaya
Durgun yıllarda gelmiş olanlar dünyaya
Anımsamazlar geçtikleri yolları;
Biz, Rusya'nın korkunç yıllarının çocukları -
Gücümüz yok hiçbir şeyi unutmaya.
Yakıp kavuran, kül eden yıllar !
Çılgınlığın mı, umudun mu kökü gizli sizde?
Savaş günlerinden, özgürlük günlerinden
Kanlı bir parıltı kaldı yüzlerde.
Uğultusu tehlike çanlarının
Dilsiz olmaya zorladı bizi.
Uğursuz bir boşluk kapladı
Bir zaman coşkuyla dolu yüreklerimizi.
Varsın, üstünde ölüm döşeğimizin
Uçuşsun bir karga sürüsü, bağırışlarla -
Tanrım, seyretsinler âlemini senin
Kimler daha lâyıksa!
Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU
İskitler
Milyonlarcasınız. Milyarlarca biz.
Hadi deneyin, savaşın bizimle.
Evet Asyalıyız, biz İskitleriz.
Aç, vahşi ve çekik gözlerimizle!
Sizin yüz yıllar, bizim bir saat
Uşaklar gibi iki düşman ırka
Biz kalkan tutuk, ettik itaat
Moğollarla Avrupa arasında
Yüzyıllarca o eski ocağınız gürledi
Susturarak çığların sesini
Ve siz yabancı bir masal sandınız
Lizbon ve Messina'nın çökmesini
Gözünüz Doğudaydı yüzyıllarca
Topladınız bizim başyapıtları,
Erittiniz. Alayla beklediniz
Bizlere doğrultmak için topları.
Vakittir. Bakıyor bela kapıdan
Büyüyor günbegün dargınlıklar,
Yok olur belki hiç iz bırakmadan
Günü gelince sizin Pestumlar.
Daha ölmemişken ah eski dünya!
Daha sürerken tatlı çilen senin.
Ermiş Oidipus gibi dursana
Önünde eski Sfenks bilmecesinin.
Rusya Sfenks’tir. Gülerek, ağlayarak
Kara kanlar içindeyken kendisi
Gözleri sende, bakar öylece,
Durur, içinde nefret ve sevgisi.
Evet, kanımızın sevdiği gibi
Sevmiyor hiç biriniz çoktan artık
Unuttunuz bu dünyada sevgiyi
Yakan, öldüren duyguyu - yazık!
Severiz ilahi basireti de,
Soğuk sayıların sıcağını da,
Anlarız özü Fransızca espride,
İç karartan Alman dehasını da.
Aklımızda Venedik serinliği,
Sokaklardaki cehennem Paris'te
Uzakta aromalı limon bahçeleri,
Köln'de dev yapılar, duman da, sis de.
Severiz vücudu tat ve rengiyle
Boğucu, ölümcül kokusuyla biz,
Suç bizde mi, tatlı sert pençemizle?
Çatırdarsa eğer iskeletiniz?
Başından tutarız, alışkınız
Biz oynak, yorulmayan atları,
Kuyruk sokum kemiğini kırarız,
Zapt ederiz hırçın köle kızları.
Vazgeçin savaşın dehşetlerinden
Gelin, biz barışıp kucaklaşalım.
Eski kılıcı dostlar geç değilken
Kınına koyun siz; kardeş olalım.
Hayır, diyorsanız kaybetmeyiz ya;
Hainlik yapmayı biliriz biz de,
Lanet okuyacak durdukça dünya
Sonraki sağlıksız kuşaklar size.
Hadi Urallara, hepiniz gidin
Entegral ve çelik makinelerle.
Buyurun, bu meydan, harp edin
Moğolların vahşi kuvvetleriyle
Bizse artık size kalkan değiliz
Savaşmayız, bıraktık o işleri.
Biz çekik gözlerle seyredeceğiz
Ölüm savaşını, kaynar mahşeri.
Engin ve derin ormanlar boyunca
Güzel Avrupa?nın önünde biz
Yol açacağız; dönüp bakınca
Asyalı suratımızı göreceksiniz.
Gaddar Hun yakarken kentleri
Ceset ceplerini karıştırırken,
Kebap ederken beyaz kardeşleri,
Karışmayız, kiliseye at sürerken.
Artık gel eski dünya bu son gayri
Kardeşçe emek, barış şölenine
Çağırıyorken barbarların liri
Kardeşlik aydınlık ziyafetine.
Manyakça Yaşamak İstiyorum
Ah! Manyakça yaşamak istiyorum!
Her anı ebedileştirmeyi
Adsızı insanlaştırmayı
Gerçekleşmeyeni gerçekleştirmeyi
Hayatın ağır uykusu beni boğadursun
Bu rüyada hep nefessiz kalayım-
Belki şen şakrak bir genç
Hakkımda şöyle der gelecekte:
Hüznünü affedelim – kim bilir
Belki bu onun gizli motoruydu.
Tamamı şefkat ve aydınlığın çocuğu o,
Ve her şeyiyle özgürlüğün galebe çalışı!
Ne Kadar Zor!
Ne kadar zor! İnsan içinde dolaşıp
Ölmemiş gibi gibi numara yapmak,
Ve trajik aşk oyunlarını
Henüz yaşamamışlara anlatmak
Ve kendi kabuslarına bakıp da
Duygunun düzensiz fırtınasında bir düzen bulmak
Sanatın sönük alevlerinde
Ölümcül hayat yangınını tanıtmak.
Gece. Şehir uyumuş
Gece. Şehir uyumuş.
Kocaman pencerenin ardında
Can çekişen bir adam gibi
Sakin, heybetli.
Camın önünde kederli biri
Küsmüş talihine,
Göğsü bağrı açık
Yıldızlarda gözleri.
-Yıldızlar, yıldızlar!
-Nedir kederimin sebebi?
Yıldızlarda gözleri.
-Yıldızlar, yıldızlar!
-Nereden geliyor bu keder?
Ve yıldızlar konuşuyor
Anlatıyorlar her şeyi.
Çevirenler: Melih Cevdet ANDAY - Erol GÜNEY
Mavi yağmurluk
Yiğitliği, kahramanlığı, şânı
Bu kahpe dünyada unuturdum ben
Yanlı bir çerçevede ışıdı mı
Yüzün önümdeki masa üstünden.
Gün geldi ve sen gidiverdin.
Geceye attın aziz yüzüğünü.
Yazgını bir başkasına verdim,
Unuttum ben o güzel yüzünü.
Günler geçti, hep telaş içre,
Hayatımı yıktı şarap ve tutku…
Birden hatırladım ben seni ve
Gel dedim, gençliğime çağrıydı bu…
Çağırdım ama gelmedin nedense,
Çok gözyaşı döktüm, ilgisiz kaldın,
Mavi yağmurluğunu mahzun giyindin de
Yağışlı gecede benden ayrıldın.
Bilmem, gururun nereyi tuttu mesken.
Tatlımsın, sevgilimsin, her şeyimsin…
Mavi yağmurluğunla düşe daldım ben,
Yağışlı gecede giyip gittiğin…
Düş kurulmaz, yok artık şefkat ve ün.
Her şey bitti, geldi gençliğin sonu!
Yok artık yalın çerçevede yüzün,
Elimle masadan kaldırdım onu.
Çevirenler: Ahmet NECDET - Kanşaubiy MİZİEV
Yaz sıcakları da geçer kış fırtınaları da
Geçer şenlikleriniz matemleriniz geçer
Ve ben bastırmak için yüreğimdeki özlemi
Bilinmedik bir türkünün doğmasını beklerim.
Geçer şenlikleriniz matemleriniz geçer
Kapmak ve dondurmak ve belirlemek için.
Umudumun katına ucu ucuna seçilen
İnce bir iplik gibi uzanıyor şimdi.
Deniz mi uğulduyor? Dallarda şarkı söyleyen
Bir su perisi mi var yoksa zaman mı durdu birden?
Ya mayıstır aylardan, ve elma ağaçlarının çiçeğini
Örten kar dökülüyor? Ya da gizlice bir melek geçti?
Sabırlı akışında saat ebediyeti taşır şimdi.
Durmadan genişler aydınlık, sesler ve hareketler.
Coşkuyla dolu geçmiş, geleceği seyreder…
Şimdiki zaman ve tüm acımsayışlar çoktan uçup gitti.
Ve, yeni ruhla bilinmedik güçlerin
Kendi kendilerini yarattığı son uçta
Melûn bir gökgürültüsüdür kaplar tüm varlığımı:
Yaratıcı düşünceyi zorlayıp devirmekteyim.
Soğuk bir kafese kapatır bu doğan küçük kuşu
Çeker giderim işte, bu kuş hürriyet kuşu,
Ölümü bizden uzaklaştırmak isteyen ve sadece
Ruhu kurtarmak özlemiyle durmadan uçan kuş bu.
Ve işte kafes: Tunçtan, ağır mı ağır;
Altın kafes duygusunu uyandırır akşam güneşinde.
Ve benim güzel kuşum keyfi geldiğinde,
Bir oraya bir buraya, türkü tutturur.
Kuşumun kanadı kesik, türküleri nakarat…
Ama pencerenin altında kalakalırsınız işte böyle.
Sevdiniz değil mi türkülerini? Bense yorgun bitik,
Yeni bir kuş bekliyorum… yeni bir sıkıntının içinde.
Çeviren: Attila TOKATLI